Telefon
WhatsApp
DÜZEN KÜFÜRLE AYAKTA KALIR AMA, ZULÜMLE AYAKTA KALMAZ.
Sümer Web Reklam Tanıtım

DİVRİĞİ KÜLTÜR DERNEĞİ YÖNETİM KURULUNA

11 Mayıs 2024 Cumartesi

DÜZEN KÜFÜRLE AYAKTA KALIR AMA, ZULÜMLE AYAKTA KALMAZ.

PTT yoluyla, şahsıma yollanan, Divriği Kültür Derneği’nin 1 Nisan 2024 tarihli “DKD

üyeliğimden atılmam isteği” içeren Yönetim Kurulu Kararı 30 Nisan tarihinde elime ulaştı.

Bana 15 Gün süre tanıyarak “Sözlü Savunma” yapmam talep edilmiş.!

DKD üyeliğinden atılmamı gerektiren kararı ve gerekçelerini yazdıktan sonra konuya giriş

yapabilirim.

ÜYELİKTEN İHRAÇ GEREKÇESİ

WHATSAPP YAZIŞMASI EKRAN GÖRÜNTÜSÜ

Benim yazmış olduğum, “Suç” Teşkil ettiği varsayılan Whatsapp yazıları aşağıda.

1- “Divriği Kültür Derneği konuyu köy derneklerine bıraktı. Köy Dernekleri organize

ediyor gibi görünüyor, ancak, bunlara da ulaşmak mümkün değil. Sosyal Medya

hesaplarında duyuru yok, kimse kimseye ulaşamıyor. Talepleri dernek yöneticileri köy

derneklerine havale ediyor. Köy dernekleri de bulunamıyor. Tam bir karmaşa sürüyor.”

2- “Biraz önce Divriği’den DKD Başkanını aradılar, o da köy derneklerine havale etti.”

3- “DKD organize ediyor demeyin, Köy Derneklerine yönlendiriyorlar. Köy Dernekleri

kim bilen yoktur.”

4- “Madem DKD organize yapıyor, hangi semtten, hangi noktadan araç kalkacak,

sorumlusu kim, irtibat telefonu ne, bunun sosyal medya hesaplarından paylaşımı çok mu

zor. İnsanlar bu noktaları bilmeden kime nasıl ulaşacak. Lütfen insanları yanıltmayın.”

5- “DKD Başkanı bu organizasyondan haberdar değil. Ona da bilgi verin. Öğlen

saatlerinde Divriği’den DKD Başkanını aradılar, süreci sordular, DKD Başkanı gelen

talepleri köy derneklerine bildiriyoruz dedi. Köy Dernekleri dediğinin adı var, kim oldukları

bilinmiyor. Anlayacağınız bir organizasyon var diyorlar ama bunlar belli değil.”

6- “DKD’de herhangi bir organizasyon yoktur. İnsanları yanıltmayalım.”

7- İstanbul’da Yaşayan Divriğili Seçmenlere ÖNEMLİ DUYURU. İstanbul ve

Ankara’dan Divriği’ye otobüs kalkacak. İrtibat: Divriği Kültür Derneği Başkanı Orhan

Akkaya (Telefon No) 31 Mart Yerel Seçimlerinde seçmen kaydı Divriği’de olup, İstanbul ve

Ankara’da bulunan seçmenler için Divriği’ye otobüsler kaldırılacak. Divriği’ye oy

kullanmak için gidecek seçmenler, aynı otobüsler ile yeniden yaşadıkları şehre dönecek.

İlgili seçmenlerimize önemle duyurulur. İrtibat: Divriği Kültür Derneği Başkanı Orhan

Akkaya (Telefon Numarası)

Divriği Kültür Derneği Kararı;

1 Nisan 2024

Karar; “Divriği Kültür Derneği’ne 824 numarası ile üye olan Yahya Kemal Bayar, Dernek

Disiplin Yönetmeliğinin 3. Bölüm 13. Maddesi, 2-6-12’inci Fıkrasında belirtilen Disiplin

Suçlarını işlediği, ekte sunulan belgelerde tespit edilmiş olduğundan, yönetim kurulu kararı

ile üyelikten çıkarılması istemiyle Disiplin Kuruluna sevkine karar verilmiştir. Buna

istinaden Disiplin Kuruluna bilgi verilerek, yukarıda adı geçen şahıs ile ilgili durumu

görüşmek için kurulun toplanması kararı alınmıştır.”

İmzalar;

- Orhan Akkaya

- Türkan Solmaz

- Aslan Kılıç

- Murat Türkyılmaz

- Cihan Erdoğan

- Sevim Kılıç

- Emrah Yıldız

- Erol Kılıç

- Mesut Tufan

- Altun Kıratlı

- Ali Batuhan Sefer

OTOKRASİLERDE SOPAYI TUTAN EL DEĞİŞİR, SOPA DEĞİŞMEZ,

Bir dernek üyesinin üyelikten ihraç edilmesi için hangi suçların fiile dönüşmesi gerekir.!

- Cinayet

- Hırsızlık

- Rüşvet

- İrtikap

- Tecavüz

Ben bu suçların hangisini işledim de dernek üyeliğimden ihraç edilmem isteniyor.

Orta Çağ şartlarında yaşamadığımıza göre, İlahlar ve papazlar ile, din bezirganları

tarafından yönetilmediğimize göre, “hırsıza, cinayet işleyene, rüşvet alana, tecavüz edene”

verilecek cezanın aynısını, eleştiri yapan kişi için talep etmek nasıl izah edilecek. Böyle bir

talep ile üyeye ihraç tebligatı gönderen yönetici aklı gerçekten sağlıklı olabilir mi.!

MATRUŞKA GİBİ BİRBİRLERİNE BENZİYORLAR,

KİMİ BÜYÜK, KİMİSİ KÜÇÜK

Divriği Kültür Derneği’nde “Üyelikten İhraç Etme” girişimi son yıllarda sık sık başıma

geliyor. Daha önceki yöneticiler (Cafer Yıldız) de sık sık beni üyelikten atma girişimi

gerekçesiyle Disiplin Kuruluna sevk etmişlerdi.

Acınası durum şudur; Bir DKD Başkanı, hakkımda ihraç edilmemi istiyor. Olabilir diyelim.

Bazı yöneticiler de bu görüşe katılıyor. Bunu da makul kabul edelim.

11 Kişinin yönetim kurulunda, yedekleriyle 22 kişi, eder. 3 kişinin Disiplin Kurulunda,

yedekleriyle 6 kişi eder. Toplam 28 kişiden tek bir kişi bile bu adaletsiz karara itiraz

edecek, kararın altına şerh düşecek akılı, cesareti yok mudur. Akıl tutulması bu kadar mı

ilerledi. Otokrasinin ifşası budur işte. Burası çok düşündürücüdür.

NORMAL BİR ELEŞTİRİDEN İHRAÇ ÜRETEN ZİHNİYET.!

Bir cinayete kurban giden Hırant Dink’in eşi Rakel Dink bir konuşmasında “Bir bebekten

katil yaratan düzen” demişti.

Orta Çağ aklı “bir eleştiriden üyelikten ihraç kararı çıkarıyor.”

DKD Yöneticilerine sormak istiyorum; Normal bir eleştiriden nasıl bir ihraç konusu

ürettiniz. Sizin akıl sağlığınız gerçekten yerinde mi.! Yetkisini Anayasadan alan, Kanunlarla

Yasalarla kurulmuş bir dernekte kafanıza göre hüküm kurup, üye ihraç etme yetkinizin

olmadığını bilmiyorsanız, bunu öğrenmek zor değil, bilmediğinizi bilmiyorsanız neden bu

derneğe yönetici oldunuz. Kafanıza göre kurduğunuz adil ve yasal olmayan ceza hükmü,

İçişleri Bakanlığına bildirilirse, derneğe kayyum atanacağını düşünmüyor musunuz.!

Derneği kapattırmaya doğru bir hamle yapma hakkınız var mı.!

Hangi hukuk bilginizle, hangi hukuk nosyonunuzla Disiplin Kurulunda görev yapıyorsunuz.

Hukukun alanına giren kararlara imza atmaya yetkiniz var mı.! Bir derneğin Disiplin

Kurulunda görev yapan kişilerin, bağlayıcılık bakımında, olası hak ihlallerinin oluşmaması

için, hukukçu olmaları gerekmez mi.!

“Biz yasal olmayan en ağır cezayı verelim, cezayı yiyen de defolsun gitsin” mi demek

istiyorsunuz.!

Yaptıklarınızdan bu anlaşılıyor. Kendinizi bu derneğin asıl sahibi sanan bir davranış

sergiliyorsunuz. Bu davranış biçimi Orta Çağ zihniyetine çok benziyor, ama unutmayın ki

bilişim çağındayız, akıl çağındayız, yapay zeka çağındayız. Sizin içinde yaşadığınız otokrat

zihin müktesebatı bugüne uymadığını belki anlamıyorsunuz, bunun farkındayım, ama er

geç anlayacaksınız.

2908 Sayılı Dernekler Kanunu var bunu biliyoruz. Derneklerin İçişleri Bakanlığına bağlı

olduğunu da biliyoruz. Haksızlığa uğrayan, adil yargılanmayan, adil olmayan cezaya maruz

kalan kişi hakkını, mahkemeler, Dernekler Masası, İçişleri Bakanlığı yoluyla mı arayacak.!

Mağduru bu yollara mecbur etmeye kimin hakkı olabilir..!

Bu basit insani bir eleştiri konusundan, en ağır cezayı “üyelikten atma” ürettiniz.

Var sayalım ki beni DKD Üyeliğinden attınız. Benim yasal haklarımı kullanarak, yeniden

DKD Üyesi olarak döneceğimi gerçekten bilmiyor musunuz.! O zaman bu aldığınız çağ dışı

kararı kime nasıl izah edeceksiniz.! Benim DKD’nin itibarını zedelediğimi söylüyorsunuz,

bu kararınızla DKD’nin itibarını ortadan kaldıran asıl siz değil misimiz.!

BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ MÜ.!

BASINA SANSÜR GİRİŞİMİ Mİ.!

Ben gazeteciyim. Meslek onuruyla yazıyorum, yazmaya da devam edeceğim. Gazetecilik

ve habercilik meslek ilkelerine göre işimi yapıyorum. Gazetecilik mesleği, doğası gereği

her konuya, her bakış açısına eleştirel bakar, mesleğin gereği budur.

Gazeteci, konulara, olaylara, durumlara, olgulara bakarken, yaklaşırken, haberin muhatabı

kim, başıma bir iş gelir mi, duygularıyla haber yapmaz. Gazeteci kendisine otosansür

uygulamaz. Böyle yapanlar da gazetecilik yapmış sayılmaz. Bugüne kadar gazeteci

vicdanıyla objektif habercilik yaptım, yazdım. Sansüre, baskıya, otokrasiye boyun eğmek,

gerçek gazeteciliğin tabiatında yoktur.

Piyasada sağa sola “Havuz” olacak sayısız gazetecinin olduğunu biliyoruz. Bunlar

mesleğin yüz karası, gazeteci görünümlü “iş, aş, makam, mevki, çıkar” takipçiliğidir. Bizim

bu sahalarda işimiz, izimiz olmaz. Divriği Gazetesi hiç kimsenin havuzu değildir.

ELEŞTİRİ HAKKI İNSAN HAKKIDIR

SİZ İNSAN HAKLARINA MI KARŞISINIZ.!

Eleştirel bir yazıya kim, hangi kesimler dava açar.! Fikir ve ifade özgürlüğünü kim savunur,

kim savunmaz.! Özgür Basını kimler savunur, kimler savunmuş gibi yaparak, takiyye

yapar.! Bunları en iyi gazeteciler bilir.

Dışarıya karşı görüntü olarak “özgürlükçü, demokrat, devrimci, hatta sosyalist” gibi

görünerek, kendi içinde aşırı “otoriter, baskıcı, otokrat, sansürcü, tehammülsüz” tutum ve

karar alarak en basitinden “demokrat, aydın, solcu” olunabilir mi? Kişinin neyi savunduğu,

hangi bilgiye sahip olduğu değil, nasıl yaşadığına, nasıl kararlar aldığına bakmak onun

düşünce dünyasını da tarif etmiş olur.

Özet olarak; “Demokrat, devrimci, aydın, sosyalist” olmak vicdanla başlar, bilinç sonradan

gelir. Sağlam bir vicdanınız, adaletiniz, hakkaniyetiniz yoksa eğer, bilginiz, göstermelik

olur, sahici olmaz. Nasıl bir dünya istiyorsunuz, bunu yaşantınızda göstermiyorsanız,

inandırıcılığınız olmaz.

SOL OTOKRASİ ve MATRUŞKA DÜNYASI.!

Dünyanın her yerinde otokratlar birbirine benzer. Bunun sağcısı solcusu olmaz.

Mevcut yönetim de dahil, son 45 yıllık dernek yöneticileri, birbirinin devamı ve tekrarı

olduklarını kimse inkar edemez. Birbirlerinin ayak izlerine basarak ilerliyorlar. İlerlerken

yaşadıkları çağın farkında bile değiller. Eski soğuk savaş solculuğu alışkanlıklarını, “sol

örgüt formatı” gibi algılıyorlar.

“DERNEK BİZİM MAHREMİMİZ.!”

Battal Kılıç, DKD Danışma Meclisi Başkanı iken, benim fotoğraf çekmeme, haber yapmama

engel oldu. “Bura Bizim Mahremimiz” dedi.

Kişi elindekini çekiç sanırsa, baktığı her şeyi çivi gibi görür..!

Yaklaşık 6-7 yıl önceydi. Belki daha fazla zaman olmuş olabilir. Battal Kılıç Danışma

Meclisi Başkanıydı. Toplantı sırasında fotoğraf makinemi çıkararak toplantının haberini

yapmak için fotoğraf çekmeye hazırlandığım sırada, Hüseyin Gülseven, Ali Durmuş başta

olmak üzere bir grup dernek üyesi üzerime yürüyerek fotoğraf makinemi elimden almaya

kalktılar, beni darp ettiler. Battal Kılıç bağırarak “burası bizim mahremimiz, haber de

yapamazsın, fotoğraf da çekemezsin” dedi. Şahsıma uygulanan saldırı ile bir süre şok

yaşadım. Ardından Battal Kılıç’ın kızı Ceren Kılıç bunun üzerine söz alarak kürsüye çıktı.

Bana hitaben; “Sen yönetime gelen bütün dernek yöneticileri ile kavga ediyorsun. Bütün

yöneticiler mi kötü, yoksa sen mi” dedi. Bunun üzerine söz alarak şöyle bir konuşma

yaptım. “Battal Bey, siz çocuk yetiştirmemişsiniz, onu kendine benzetmişsin. Onun yaşı

senin kadar değil ama fikir dünyası senin ayarında. Ceren hanım, benim her yönetimle

kavgalı olduğumu söyleyerek, benim haksızlık yaptığımı, geçimsiz olduğumu söylüyorsun.

Ben de sana diyorum ki; Hangi yönetim diğerinden farklı. Her dönem seçilen yöneticiler

tıpkı bir matruşka gibi birbirlerinin aynısı değil mi? Bütün yöneticiler birbirinin içinden

çıkmışlar gibi değiller mi?

Sayın Battal Kılıç, sana gelince; “dernek bizim mahremimiz” diyorsun. Bu derneğin

kanunlarla yasalarla kurulduğunun farkında değilsin. Bu derneği senin özel bir şirketin

sanıyorsun. Bu derneğin sahibi olduğunu sanıyorsun. Bu derneğin her faaliyetinde, her

kararında bütün Divriğililerin eşit seviyede üye olma, söz ve karar sahibi olama hakkının

olduğunu unutuyorsun. Sen ve senin gibiler bu derneğin sahibi değildir. Burada yapılan her

toplantıdan herkesin bilgi sahibi hakkının olduğunun farkında değilsin. Daha da ötesi,

burada yapılan her toplantının, alınacak her kararın, canlı yayın olarak derneğin sosyal

medya sayfalarında yayımlanması gerektiğini unutuyorsun. Tıpkı TBMM de olduğu gibi.

Burada ne yapılıyorsa, buraya gelmeyenlerin de görme hakları var. Şeffaf olma

zorunluluğunuz var.” dedim.

İKİNCİ HABERİM DE ŞUDUR

“TÜZÜK ASKIYA ALINDI”

“Sol içinde bulunarak, sağı eleştirmek kolay, sol içinde bulunarak, solu eleştirmek zor..!”

Ahmet Korkmaz’ın başkanı olduğu bir Danışma Meclisi toplantısında Gündem; DİVKOOP

faaliyetleri idi. Ne alakası varsa, DKD Danışma Meclisi toplantısında DİVKOOP neden

konuşuluyor. Bunu da anlamak imkansız.!

DİVKOOP Başkanı Cafer Yıldız bu toplantıda yaptığı konuşmada, DİVKOOP’un DKD

bünyesinin bir kuruluşu gibi anlatılıp, ürünlerin pazarlanması desteği istedi. Bunun üzerine

DKD Önceki başkanlarından Ekrem Kösedağ ile dernek üyesi Hüseyin Şahin, Cafer

Yıldız’a ve dernek yöneticilerine itiraz mahiyetinde konuşmalar yaptı. Konuşmacılar özet

olarak, “DİVKOOP başka bir kuruluş, DKD başka. Dernek, bu kuruluşun pazarlama ve

müşteri bulma yeri değildir. DKD Tüzüğü buna el vermez. Tüzük ihlal edilmiştir” şeklinde

itirazlar yaptılar. Biz Divriği Gazetesi olarak “Tüzük Askıya Alındı” manşeti ile bunu haber

yaptık, sosyal medya sayfalarımızda paylaştık. Haberimiz üzerine, Danışma Meclisi

Başkanı Ahmet Korkmaz eşim Saadet Bayar’ı telefonla defalarca arayarak ağır

hakaretlerde, tehditlerde bulundu. Divriği Gazetesi sosyal medya mecralarında haberimizin

altına, “Aslan Kılıç, Cihan Erdoğan, Ahmet Korkmaz” küfür, tehdit ve hakaret içeren

yorumlar yaptılar. Divriği Gazetesi İmtiyaz Sahibi Saadet Bayar bu kötü ilerleyen sürecin

durdurulması için DKD Başkanı Orhan Akkaya’yı telefonla aradı. Orhan Akkaya’nın Saadet

Bayar’a cevabı şu; “Beni telefonla arama, taciz sayarım.” Dernek başkanı olacak kişinin

dernek üyesine karşı verdiği cevabına bakar mısınız.! Tam bir ibret vesikası.

Bu zihniyetteki kişilerin derneğe başkan olması kurum açısından tam bir hezeyan, benim

açımdan bu kişiyi ciddiye alıp cevap vermem ise üzücü bir sonuç.

Saadet Bayar, bunun ardından bütün bu belgeleri bir dosya haline getirerek DKD

Yönetimine ve Disiplin Kuruluna şikayet maksatlı sundu. Battal Kılıç’ı aradı. Battal Kılıç;

“Bu yorumlarda, bu konuşmalarda disiplinlik hiçbir şey yoktur.” dedi. Osmanlıda ünlü bir

söz var; “Mahkeme Kadısını satın alırsan, mahkemenin hükmü ortadan kalkar.”

Basit bir whatsapp yazısından ihraç istemi çıkaran DKD Başkanı Orhan Akkaya ve Disiplin

Kurulu Başkanı Battal Kılıç’ın takdirini kamuoyuna bırakıyorum.

“HANGİ YÜZLE DERNEĞE GELDİN”

Otokrat zihniyetler DKD yönetimini ele geçirdikten sonra, uzun yıllardır üyesi olduğum

derneğime gidip gelmiyorum. 31 Mart 2024 Yerel seçimleri öncesi CHP Divriği Belediye

Başkan Adayı Sayın Cihan Deniz Akbaş bir toplantı için DKD’ye gelmişti. Ben de bu

toplantıya katılarak haber yapma maksatlı üyesi olduğum derneğe gittim. Kapıdan içeri

girer girmez, Orhan Akkaya, Aslan Kılıç, Cihan Erdoğan ve şürekaları üstüme yürüyerek,

“derneğe hangi yüzle geldin utanmaz adam” diyerek bana hakaret ettiler. Üslubumca hak

ettikleri cevabımı onlara verdim elbette. Otokrasi hastalığının hangi boyutlara vardığını

ifade etmek için bunları yazıyorum. Otokrasinin panzehiri sınırsız demokrasi, sınırsız

özgürlük olduğunu da bilerek tabi.

MAHKEME KADIYA MÜLK OLMAZ

DERNEK SİZİN MÜLKÜNÜZ DEĞİLDİR

Ömrüm, gerçek anlamda sol siyaseti, özgürlükleri, emeği, liyakati, dürüstlüğü savunmakla

geçti. Gönül rahatlığı ile bu görüşlere uygun yaşadım. Gazetecilik mesleğimi hiçbir şeyin

gerisine atmadım. Derim kalınlaşmadı. Derimi kalınlaştıracak hiçbir işe bulaşmadım. Hiç

kimsenin yüzüne söylemediğim şeyleri ardından konuşmadım. Çok huzurluyum.

Geçmişte bir siyasi “sol sosyalist” örgüt içerisinde bulunarak, haksızlıklara, baskıya,

otoriteye, sömürüye, zulme karşı gücüm yettiği kadar mücadele ettim. Şimdi o mahallede

değilim, o mahalleden uzağım.

Mücadelem Marksist bilgimden değil, insani vicdanımdan, yetiştiğim toplumdan, ailemden

bana kaldı. Marksist bilgiye eriştiğim günlerde hayatıma yeni bir şey katılmadı, yaşamım

zaten bu düşünceyle örülmüştü.

Böyle bir ailede, böyle bir toplum içinde büyümekten, bulunmaktan son derece

bahtiyarım.

OTOKTASİNİN DAYANILMAZ CAZİBESİ ..!

14 Otakrat Dernek Yöneticisinden Bir Demokrat Çıkar mı..!

Divriği Kültür Derneği ile tanışmam çok gerilere, lise yıllarıma kadar uzar.

Pernevniyal Lisesi birinci sınıf öğrencisi iken (1979) Divriği Kültür Derneği ile tanıştım. Lise

harçlığımı çıkarmak için derneğin çaycılığını, temizlikçiliğini yapardım.

Benim derneğe gelmemden birkaç yıl önce DKD kurucu kadroları, yöneticileri bir vesileyle

alaşağı edilmişti. Kurucu kadro tamamen dernekten dışlanmış, bunun yerine şimdiki

dernek yöneticilerinin fikri ile uyumlu kesimler o zaman yönetimi ele geçirmişlerdi. Divriği

Kültür Derneği’nin kurucu kadrolarının son dernek başkanı ise Nedim Arat, yöneticileri de

Şevket Özden, Şükrü Çalapverdi idi. Meraklıları bu kişilerin siyasi görüşlerini araştırsın.

Nedim Arat’ı uzun uzun anlatmama gerek yoktur. Ancak üç kelime ile Nedim Arat, Şevket

Özden, Şükrü Çalapverdi kimdi, nasıl kimselerdi tarif et deseler, “Türkan Saylan, Ahmet

Necdet Sezer, Uğur Mumcu, İlhan Selçuk, İsmail Hakkı Tonguç” neyse, Nedim Arat odur.

“Divriği Kültür Derneği’ni “sağcıları, gericileri devirerek” aldık” diyen kesimler, kimden

almışlar, bir de bu yönüne baksınlar.!

DİVRİĞİ KÜLTÜR NERNEĞİ İLE NASIL TANIŞTIM

Daha önce bu konuyu özet olarak birkaç kez yazdığımı hatırlıyorum.

1979 yılında İstanbul Pertevniyal Lisesine kaydımı yaptırmıştım. O zamanlar Divriği Kültür

Derneği Aksaray Kilim Pastanesi’nin üst katındaydı.

Okuduğum lise ile dernek arasında Saraçhane yönüne giden cadde vardı. Caddenin

karşısına geçtikten sonra yaklaşık yüz metre sonrası dernek binasıydı. Derneğe gidip

geldikçe yöneticilerle dernek üyeleriyle tanışmalarım başladı. Beni çok sevdiler, okul

harçlığımı çıkarmam için çay ocağına işe aldılar. Aynı zamanda derneğin temizliğini de ben

yapıyordum. 12 Eylül darbesi sürecinde derneğin faaliyetleri durdurulana kadar orada

çalıştım. O tarihlerdeki karar defterinde bunun kanıtları mevcuttur.

Darbenin ardından derneğin faaliyetleri yaklaşık dört yıl durduruldu. Dernek yeniden

açıldığı günlerde (1983 Yılı Sonları) lise öğrenciliğim bitmişti. Dernek yeniden açılınca

adres değişikliği oldu. Dernek Kilim Pastanesi bölgesinden Yenikapı Namık Kemal

Caddesine taşındı. O zamanki yöneticiler beni yeniden çaycı ve temizlikçi olarak işe

aldılar. Yaklaşık beş yıl da burada çalıştım. Dernekte çalıştığım zamanlar Geleneksel Pilav

Günü etkinliklerinin pankartlarını Mecidiyeköy’den Avcılara kadar olan yaya üst geçitlerine

tek başıma aşmışlığım çoktur. Pankartları asarken, göz altına alınmışlığım da çoktur. Aynı

duyurunun afişlerini İstanbul sokaklarına aşmışlığım da unutulmasın.

Ardından rahmetli Hasan Gürsoy’un başkanlığında (1987-1989 yılı olmalı) DKD Yönetim

Kuruluna seçildim. Derneğin Karar Defterinde bunun belgeleri mevcuttur. Dernek

üyelerinin dediklerine göre DKD’nin en toplumcu, en demokratik yılları yine bu yıllar

olmuştur. Dernek yönetimine aday 6 listenin yarıştığı, 3 bin kişinin kongreye katıldığı

yıllardan söz ediyorum.

Bu kısmı biraz açmak istiyorum;

Derneğe ilk geliş yıllarımda (1979) Türkiye’nin siyasi atmosferini göz önünde

bulundurmanızı önemle belirtmek isterim. O zamanlar dernek yöneticileri ile dernek

üyelerinin konuşmalarında tartışmalarında benim sık sık şahit olduğum şöyle konuşmalar

olurdu. “Derneği sağcıları devirerek ele geçirdik” Hemen hemen hepimiz bu iddialara

inanırdık, öyle sanırdık. Sonraları bazı araştırmalarımda rastladım, sağcı dedikleri, devirdik

dedikleri dernek başkanı Emekli Havacı Kurmay Albay Nedim Arat. O yönetimde Şükrü

Çalapverdi, ile Şevket Özden de vardı. Bilmeyenler için özet olarak anlatayım, Nedim Arat

kim, Şükrü Çalapverdi, Şevket Özden kim?

Bugün için, bizler açısından Türkan Saylan, İlhan Selçuk, Uğur Mumcu, Bahriye Üçok,

Muammer Aksoy kimse, Nedim Arat, Şükrü Çalapverdi odur. Geçtiğimiz dönem CHP

İstanbul Milletvekili Necla Arat’ın eşidir. Bize sağcı olarak tanıttıkları, devirdik dedikleri

Nedim Arat böyle bir simadır.

O yılları biraz daha irdeleyelim;

Şimdiki yöneticilerin “sağcıları devirdik” dedikleri Nedim Arat ve Şükrü Çalapverdi

Yönetiminin ardından (zannediyorum 1977 yılı olmalı) Beyzade Özkahraman DKD Başkanı

oldu. Hüseyin Gülseven de bu yönetim içinde vardı. İlk yıllarda (1952) Divriğililer Cemiyeti

adıyla kurulan dernek 1957 yılında İstanbul Koca Mustafa Paşa Semtinde Divriği Talebe

Yurdu yaptırdı. Bu yurtta ihtiyaç sahibi Divriğili öğrenciler yıllarca kaldı, eğitimlerini

tamamladı. Çok kıymetli hizmetlere imzalar attılar. Bu Talebe Yurdu’nun yapılış sürecini

bütün ayrıntılarıyla ileriki zamanlarda yazacağımdan şimdi ayrıntılarına girmek

istemiyorum. Talebe Yurdunun yapım süreci çok meşakkatli geçti, yazılmaya değer bir

konu. DKD Yönetimi (1977) değişir değişmez, kurucuların 1957 yılında yaptıkları Divriği

Talebe Yurdu kapatılarak, bir işletmeciye kiraya verildi. Derneğin giderleri buradan gelen

kiralarla karşılandı. Şimdilerde de böyle devam ediyor zaten. “Derneği sağcıları devirerek

aldık” diyen zihniyet tam 47 yıldır “gericilerin” yaptığı binanın kira gelirleriyle ayakta

duruyor. Derneği başkalarına muhtaç etmeyecek tek bir kuruş kaynak yaratmış değiller.

Sormak gerekir; “Sağcı” dediğiniz dernek kurucuları kuruluşundan beş yıl sonra 6 katlı

talebe yurdu yaptı. Bu takdir edilecek hizmeti başardılar. Bu hizmeti başaranlara

minnettarlık duygularımı iletiyorum.

Peki, şimdiki yönetim de dahil, 47 yıldır yönetimde bulunan kesimler, hiç olmazsa

derneğin ihtiyaçlarını karşılayacak, gelir getiren bir eser yarattılar mı?

Dernek kurucularının yaptıkları mülkten kira geliri almasalar derneği ayakta tutabilecekler

mi?

“Sağcı” dediğiniz kesimlerin yaptıkları mülkten kira geliri elde ederek, sağa sola

“devrimcilik, demokratlık” nutukları atmayı içinize nasıl sindiriyorsunuz.! Tam 47 yıldır

dernek yönetimindesiniz, “şu eseri de biz yarattık” diyeceğiniz toplu iğne ucu kadar kalıcı

eseriniz var mı.!

“Sağcı” diye yaftaladığınız kişilerin yaptırdığı binadan kira geliri almazsanız, derneği ayakta

tutabilecek misiniz.! Adında “Kültür” ibaresi olan bir dernekte, Divriği’nin kültürüne,

tarihine, sanatını dair tek bir araştırmanız, kütüphaneye koyacak tek bir kitap-belgearaştırma

çalışmanız var mı.!

Dernek üyesini ihraç etmek motivasyonu, başka konularda aklınıza gelmiyor mu.!

Diğer bir önemli ayrıntı da şu; Son yıllarda yapılamayan, “Geleneksel Pilav Günü”

dediğimiz etkinlik, dernek kurucuları zamanında (1952) da yapılıyordu. Şimdi uluslararası

marka tescili olan Divriği Pilavı (Alatlı Pilavı) yapılırdı. Alatlı Pilavı Divriği’ye has bir

markadır. O ada istinaden “Pilav Günü” derlerdi. Tıpkı bugünlerde devam eden,

Galatasaray Liseliler, Vefa Liseliler Pilav Günü gibiydi.

“Sağcıları Dernek Yönetiminden Devirdik” diyen zihniyet, Alatlı Pilavını kaldırarak, Bulgur

Pilavına dönüştürdüler. Güya Alatlı Pilavı sağcıların, bulgur pilavı da solcuların (mış) gibi bir

simge yaratma acziyetine düştüler. Zihinsel kodları böyle sefil, böyle perişan maalesef.

Küçük bir ayrıntıyı kayda geçmesi açısından buraya eklemek istiyorum.

Hasan Gürsoy’un dernek başkanlığı sürecinde, benim de yönetim kurulunda olduğum

dönem, Divriği Belediye Başkanı Muharrem Yağbasan döneminde “Divriği Maden ve

Kültür Festivali” düzenlemiştik. 3 yıl üst üste yaptık. Çok da güzel olmuştu. Bizden sonra

yönetime seçilenler bu festivali düzenli olarak sürdüremediler. DKD Divriği Şubesi de bu

yıllarda açılmıştı. Ayrıca İstanbul Anadolu Yakasında 2 şube daha açmıştık. Ne yazık ki bu

şubeler de bir zaman sonra kapandı.

1978 VE SONRASI DKD YÖNETİMİ

Şimdilerde bahsettikleri gibi, 1977 yılında Divriği Kültür Derneği Başkanlığına Dr. Beyzade

Özkahraman seçildi. Ardından Hasan Balember, Ali Haydar Köseoğlu, onun ardından ise

Musa Çulha DKD Başkanı oldu. Musa Çulha’nın yönetimde Hüseyin Etlik, Sadık Aydoğdu,

Sefer Kocakaya da vardı. Musa Çulha’nın başkanlığında 12 Eylül Darbesi oldu, dernek

kapatılmadı, faaliyetleri üç yıl durduruldu. Dernek, 1983 yılı sonlarında, Musa Çulha,

Hüseyin Etlik ve Sadık Aydoğdu gibi kesimlerin girişimleri ile yeniden açıldı. 1985 yılında

DKD çaycılığına, temizlikçiliğine yeniden işe başladım. Toplam 6 sene devam ettikten

sonra işten ayrıldım. Ardından dernek yönetimine seçildim. İlk defa açıklayacağım,

hepinizin ilk defa duyacağı bir konuyu hatırlatmadan geçmeyeceğim. Tam 6 sene

çalıştığım DKD’de bir gün bile sigortam yapılmadığını işten ayrıldıktan sonra öğrendim.

Çalışma Bakanlığına başvurarak, karar defterleri kayıtlarını inceleterek sigortasız

çalıştırıldığımı kanıtlar, dernek hakkında dava açarak geriye dönük sigorta haklarımı

tamamen alabilirdim. Derneği mahkeme salonlarına taşımamak, emek hırsızlığı, emek

sömürüsü ile derneği yıpratmamak için böyle bir girişime başvurmadım. Her mağduriyeti

sineye çektim.

OTOKRAT ZİHNİYETTEN SOL ÖZGÜRLÜK ÇIKAR MI.!

Siyasi hayatımdan, mücadele geçmişimden öğrendiğim şudur.

Kim neyi savunuyorsa savunsun, kim ne kadar bilgili olursa olsun, kim hangi kurumun,

makamın başında olursa olsun bunun benim açımdan hiçbir kıymeti yoktur. Benim için en

kıymetli şey, o kişide vicdan var mı, adaletli mi, dürüst mü, çıkar makam mevki hırsından,

etiketten, benlikten azade mi.! Nasıl bir dünya istediğini kendi yaşamında uyguluyor mu.!

Ben buna bakıyorum.

VİCDAN, BİLGİDEN ÖNCE GELİR

SAĞLAM BİR VİCDANINIZ YOKSA, SAĞLAM BİR ADALET, EŞİTLİK DUYGUNUZ YOKSA,

BİLGİNİZ İŞE YARAMAZ, ALDATAN BİR TUZAK HALİNE DÖNÜŞÜR.

“Gençlik yıllarımda siyasi bir operasyonda göz altına alındım. Şimdi Vatan Cadesi’nde

bulunan Birinci Şube o yıllarda Gayrettepe’de idi. Oraya götürüldüm. Yaklaşık kırk gün

gözaltında kaldım, ağır çok ağır şartlara maruz kaldım. O zaman 1. Şubede her siyasi

hareketin ayrı ayrı sorgu masaları, birimleri vardı. Bizi sorgulayan polis birimi, bizim

savunduğumuz siyasi görüşü, teorik olarak bizden daha iyi biliyordu. Mahir Çayan’ın Toplu

Yazıları, Che’nin Gerilla Günlükleri, Halk Savaşı Taktikleri, Marksizmin bütün klasiklerini

bizden daha iyi biliyorlardı. Hatta bizim erişemediğimiz, okumadığımız, bilmediğimiz dünya

solundan çevrilmiş kitaplardan alıntılar yapıyorlardı. Neredeyse bizim siyasi gidişatımızı,

düşüncelerimizi Marksizimden örnekler vererek çürütüyorlardı. Bizi çırak yerine koyuyorlar,

neredeyse bizimle dalga geçiyorlardı. O zaman bizim savunduğumuz Halk Savaşı, silahlı

mücadele, gerilla savaşı aşamaları, Direniş Komiteleri, Kır Gerillası, Şehir Gerillası gibi

konularda bizden kat be kat teorik bilgi birikimine sahiptiler.

Sorgu sırasında bunları fark ettim. Sonra düşündüm, sol-sosyalist düşünceyi bizden daha

iyi bilen, okuyan bu polisler neden burada işkenceciler, onlar neden sol mücadelenin

içinde değiller.!

Anladım ki, her sol düşünceyi, Marksizmi, Sosyalizmi bilen, okuyan, devrimci, demokrat,

aydın, olmuyor. Bunun için en önce vicdan, ahlak, dürüstlük, iyi bir aile yaşantısı, iyi bir

toplum yaşantısı gerekiyor. Kişinin bildikleri, işgal ettiği makamlar onu devrimci yapmıyor.

Onu devrimci yapan değerler başka.

Bundan dolayı ben hayata bakarken, kişinin bilgisine, işgal ettiği makama, etiketine,

giyimine kuşamına bakmıyorum. Savunduğu düşünceye, dünya görüşüne uygun bir hayatı

var mı? Söyledikleri ile yaptıkları birbirine uyumlu mu? İnsan ayrımı, cins ayrımı yapıyor

mu? Bulunduğu kurumlarda adil mi? Bencil mi, çıkarcı mı, kişisel hırslarını, intikam

duygularını sürdürüyor mu? Nepotizm esiri mi? Oğlunu kızını, kendisine benzeyen tipleri

kendisinden boşalan, bıraktığı koltuklara taşıyor mu? Ben bunlara bakıyorum.

- Ben; 1989 yılında Sayın Nurettin Sözen SHP’den İBB Başkanlığına seçildiği zaman,

SHP içinde değildim, politika- siyaset yapmadım.!

- Ben; Bedrettin Dalan Yolsuzlukları Araştırma Komisyonunda bulunarak o

yolsuzlukların üstünü örtmedim.!

- Ben SHP’nin (solun)1989 yılı seçim başarısını, rüşvet, çıkar, irtikap yoluyla

zimmetine geçiren bürokratlardan değilim. 1994 yılındaki seçim hezimetinin

sorumlusu kirli siyasetçi de ben değilim.!

- Sözen döneminde kamu kaynaklarını yağmalayan, solu kirleterek Erdoğan’ın

yolunu açan hırsızlardan değilim.!

- Siyasetten zenginleşmedim, siyaseti maske yaparak mülk tedarik etmedim, solu

kullanarak yolsuzluklara, hırsızlıklara bulaşmadım.!

- Ben; Özel bir hastaneye komisyon karşılığı insan taşıyarak, karnı ağrıyanı

ameliyat masasına yatırtmadım. Daha fazla para uğruna normal doğum yapacak

kadınları korkutarak , daha fazla para için sezeryan doğumu yaptırmadım.

- Ben Nepotizm yoluyla, evlatlarıma, akrabalarıma, koltuk, makam, iş temin

etmedim.!

- Disiplin Kurulu yetkilerini üyenin başında kılıç gibi sallamadım.!

BENİ YARGILAYANLAR, BANA YAPTIKLARIYLA YARGILANACAK

Beni DKD Üyeliğinden ihraç etmeye yeltenenler, incir çekirdeğini doldurmayan, basit,

ciddiyetten yoksun whatsap yazışmalarını gerekçe gösteriyorlar. Basın özgürlüğünü

savunduklarını söylüyorlar ama yaptıklarına bakılırsa tam bir otokrasi hastalığına

yakalanmışlar. Zalimlerin, hukuk tanımayanların, yargıyı ele geçiren kesimlerin, Can Atalay,

Osman Kavala, Tayfun Kahraman gibi, sırf mesleğini icra ettikleri için, yazdıklarından,

haber yaptıklarından dolayı, gazetecilik yaptıkları için iktidarın hışmına uğruyor, ağır

bedellere maruz kalıyorlar. Otoriter iktidarın yaptıklarına karşı çıkan, sözde “demokrat

özgürlükçü, eşitlikçi” olduklarını her fırsatta beyan eden, bizim tarafta olduklarını

sandığımız muktedirler, iktidarı (yetkiyi) ele geçirince birer zalime dönüşüyorlar maalesef.

Rakel Dink’in sözüyle, “Bir bebekten katil yaratan düzen” “basit, küçük önemsiz bir

yazıdan üyelikten ihraç” sürecine dönüşüyor. Adam öldüren, hırsızlık yapan, rüşvet yiyen,

tecavüz eden kişiyle, yazı yazan kişiyi aynı torbaya koyarak, siyasi karakterlerini, siyasi

kişiliklerini açığa vuruyorlar. Ciddiyetsiz, önemsiz bir konuyu dernek gündemine taşıyarak

insanları yaftalıyorlar, itibarsızlaştırıyorlar, bu kötü yola tevessül ediyorlar. Bu kadar

ciddiyetten, tutarlılıktan yoksun, ceviz kabuğunu doldurmayacak iddiaları gündemlerine

alıyorlar, kararlar yazıyorlar, o kararların altına imzalarını atıyorlar. İnsanın “aldığın kararı

bana söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim” diyesi geliyor.

Buradan sormak istiyorum; siz AKP iktidarının zorbalığına neden itiraz ediyorsunuz, elinize

fırsat düştüğü zaman o zorbalığa siz de dönüşmüş olmuyor musunuz.! Elde sopa sevdası

varsa o sopayı kimin tuttuğunun ne gibi bir önemi olabilir.!

Üzülerek ifade edeyim, sayıları çok az olan bazı düzgün kesimleri tenzih ediyorum, sağı,

solu, islamcısı, milliyetçisi, dincisi devrimcisi, sosyalisti, hiç fark etmez, “bu memlekette

sırası gelen zalim oluyor.” İktidarı ele geçirdiklerinde ejderhaya dönüşüyorlar, insanları bir

kaşık suda boğmak istiyorlar. Dilleri özgürlük, kalpleri otokrasi diyor.

Dillerinden düşürmedikleri, “fikir özgürlüğü, ifade özgürlüğü, demokrasi, hoşgörü,

kardeşlik, dayanışma” tamamı safsata haline geliyor.

Benim Disiplin Kuruluna sevk edilmem konusuna gelince, Nepotizm esiri bu kişiler belki

amaçlarına ulaşacaklar.

Şimdi beni dernek üyeliğinden ihraç etme girişiminde bulunarak, disipline sevk eden

zihniyetin arka planını irdelemek istiyorum.

Bu kararın altına imza atan (kişilerin) siyasi karakter, buna ek olarak siyasi kimliğin altında

yatan kodları incelemek istiyorum.

Siyasi olduklarını iddia ettiklerini bir kenara koyuyorum. Zihinsel kodları orta çağ

şartlarında kalmamışsa eğer, her ne olursa olsun, ortalama bir insan, basit, önemsiz bir

whatsapp yazışmalarından ihraç kararı çıkaran kişilik, çözümlenmeye irdelenmeye

değmez.

Ben şimdi bunu yapıyorum.

Adalete saygım sonsuz. Bunu bir kenara kaydediyorum. Karşımda sudan sebepleri konu

edinerek, beni yargılaya kalkışan zihniyete asla boyun eğmeyeceğim.

Unutmasınlar, takındıkları bu ortaçağ zihniyetini her yerde teşhir edeceğim.

 

OTOKRASİNİN SAĞI SOLU OLMAZ

OTOKRATLARDAN DEMOKRAT ÇIKMAZ

- Gazetecilik; yazılmayanı yazmak, söylenemeyeni cesaretle söylemektir.

- Gazetecilik; halkın haber alma hakkını yerine getirmektir.

- Gazetecilik; kamu hizmeti görevidir.

Bir Yerde Kılıç Varsa, Orada Asa da Vardır.!

Gazetecinin birinci görevi, olaylara, olgulara, konulara, haberlere eleştirel gözle

yaklaşması, bu tutumunu yazılarında ifade etmesidir. Bir gazetecinin eleştiri hakkını

elinden alan girişimlere başvursanız, yazdıklarından dolayı onu cezalandırırsanız, siz basın

özgürlüğünü savunamazsınız.

Pir Sultan Abdal ile Hızır Paşa hikayesini hepimiz biliyoruz. Hızır, paşa olmadan evvel Pir

Sultan’ın dergahında bulunmuş, dergaha hizmetleri dokunmuş birisi. Ardından Paşa olup

Sivas Valisi olunca, Pir Sultan’ı astırdı. İktidar olmak, muktedir olmak böyle bir şey olmalı.

Battal Kılıç 2006 yılında Divriği Gazetesi’nin kuruluşuna emek vermiş, Yayın Kurulunda

bulunmuş birisidir. Bir zaman sonra (2009) çeşitli sebeplerden dolayı gazetenin yayın

kurulundan ayrıldı. (2009 yılında bir helikopter kazasında hayatını kaybeden Muhsin

Yazıcıoğlu konusunda bir haber yapmıştım. O zaman Sayın Battal Kılıç ÖDP’nin PM üyesi

ya da İstanbul İl Yöneticisi yöneticisi olduğu sanıyorum. “ÖDP” Divriği İlçe Yöneticileri

BBP (Büyük Birlik Partisi) Divriği İlçe Başkanlığına Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümü

gerekçesiyle başsağlığı dilemek için gitmişlerdi. Divriği Gazetesi olarak bu ziyareti haber

yaptık. Bu haber üzerine ÖDP içinde siyasi kargaşalar yaşandı.) Bizim bu haberimiz

yayımlandıktan sonra Sayın Battal Kılıç Divriği Gazetesi Yayın Kurulundan ayrıldı, bize

karşı tutum almaya başladı.

Şimdi Divriği Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni olan ben Yahya Kemal Bayar’ı dernek

üyeliğinden ihraç etme girişiminin baş mimarı olarak görev yapıyor. Zannediyorum o

günlerin intikamını alması için elindeki fırsatı değerlendirmek istiyor olabilir.!

Bir insanı idam cezasına çarpıtmak en ağır cezadır. Bir dernek üyesini en ağır cezaya

çarptırmak ise üyelikten ihraç etmektir, daha ağırı yoktur.

Battal Kılıç, Hızır Paşa’nın Pir Sultan Abdal’a yaptığının başka bir benzerini şimdi bana

yapıyor. Sayın Battal Kılıç ile Hızır Paşa’yı aynılaştırma niyetim yoktur. Ancak güç kullanma

benzerliği vardır. O da şu; İktidar ve yetki sahibi olunca, muktedir olunca, elindeki gücü

kendisi gibi düşünmeyenleri ortadan kaldırmaya kullanıyor. Battal Kılıç ve Orhan

Akkaya’nın bana yaptıkları bundan ibaret. Onlar beni DKD’den atmayı kafaya koymuş

fırsat bekliyor. Beni ihraç etmek için buldukları gerekçenin içi de dışı da boş hayalden

ibaret. Benim Divriği Kültür Derneği’ne verdiğim hizmetin onda birini vermişler midir

acaba.

İktidar olmak, muktedir olmak böyle bir şey olsa gerek. Bu yorumumla Battal Kılıç’ı Hızır

Paşa ile asla eşleştirmek istemiyorum elbette. Zihniyet benzerliğine işaret etmek için böyle

bir mukayese yapıyorum.

Konumuza Dönelim;

Hayatım boyunca pergelin sivri ucunu “vicdan, barış, kardeşlik, adalet, eşitlik, ifade

özgürlüğü” tarafına sabitleyerek yaşadım. Makam, mevki, çıkar peşinde koşmadım.

Yaklaşık 20 yıllık gazeteciyim. Gazetecilik meslek ilkelerine sadık kalarak işimi yapmaya

devam ediyorum. Doğruluktan, vicdandan, adaletten şaşmadan, ailemle birlikte huzur

içinde yaşıyorum.

Doğruluğundan endişe etmediğim, kanıtı belgesi olan konuları gözümü kırpmadan

yazıyorum.

Hakkımda sayısız davalar açıldı, çeşitli haberlerim yalanlanmaya çalışıldı. Bugüne kadar,

yirmi yıllık gazetecilik meslek yaşamım boyunca hiçbir davadan mahkum olmadım, hiçbir

haberim yalanlanmadı, tekzip edilmedi. Hiç kimseden nedamet dilemedim, mesleğimi icra

ederken, hiç kimseye hiç bir kuruma boyun eğmedim. Her türlü otoriteye, sansüre baskıya

eyvallah etmedim. Bu yaştan sonra etmeye de niyetim yoktur. Bir gazeteci için bundan

daha güzel onur olur mu?

DKD üyeliğinden atmak için hakkımda disiplin soruşturması başlatmış, benden savunma

istemişsiniz. Sizler nasıl bir beklenti içindesiniz bunu bilemem, ancak, benim savunulacak

herhangi bir hatam olmadı. Dolayısıyla bu yazımı “Savunma” olarak yazmıyorum.

Bu yazım orta çağ zihniyetine, otoriteye, sansüre, otokrasiye, fikir ve ifade özgürlüğüne

karşı saldırıya yanıt olarak anlaşılmasını, böyle kabul edilmesini maksadıyla yazıyorum.

 

11 Mayıs 2024 Cumartesi

Divriği Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni

Yahya Kemal Bayar

Divriği Kültür Derneği Üyesi

 

Anasayfa Reklam Alanı 1 728x90

0 Yorum

Henüz Yorum Yapılmamıştır.! İlk Yorum Yapan Siz Olun

Yorum Gönder

Lütfen tüm alanları doldurunuz!

Puan Durumu

Takım OM G M P
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20

Reklam

300 X 250 Reklam Alanı

Yazarlarımız

Divrigi Nöbetçi Eczaneler

Sidebar Alt Kısım İkili Reklam Alanından İlki 150x150
Sidebar Alt Kısım İkili Reklam Alanından İlki 150x150

E-Bülten Aboneliği